Over 10 years we help companies reach their financial and branding goals. Engitech is a values-driven technology agency dedicated.

Gallery

Contacts

411 University St, Seattle, USA

engitech@oceanthemes.net

+1 -800-456-478-23

Blog

Maksim Gorki, “İş mutluluk verici olduğunda hayat eğlencelidir; bir görev olduğunda ise esarettir” der. Peki, sizce insanın bir işte mutlu olması, işin koşullarından mı kaynaklanır yoksa o insanın kendisinden mi? Mesela şirketimizden örnek verelim, örneğin genç proje mühendislerimizi düşünelim; içinde bulunduğumuz dönemin birçok genç mühendisi Y kuşağında olup nasıl bir iş yaşamı hayal ettiklerini hem yaşıyor hem çalışıyor hem de tahmin ediyorsunuzdur. Okulda öğrendikleri daha çok teorik olup, yeterince pratiği edinmeden, operasyona dahil olmadan, ürüne ve/veya üretim parçasına dokunmadan, görmeden mezun oluyorlar, kısa sürede kariyer yapmak hayaliyle iş hayatına adım atıyorlar. Malum iş hayatı içinde bulunduğumuz pandemi döneminin de tetiklediği gibi iş yapma şeklini değiştiriyor, her geçen yıl daha esnek, hızlı, çeşitli ve sürdürülebilir, tüm süreçlerinde inovatif olmayı her şeyden öte çok çalışmayı gerektiriyor. İşletmemizdeki mühendislerimize bakıyorum Y kuşağı olmasına rağmen saat mevhumu düşünmeden, üzerinde tanımlı olan projelerini planlanmış teslim süresinden önce eksiksiz ve müşteri memnuniyeti merkezli sorumluluk bilinciyle tamamlama motivasyonlarını ve heyecanını görebiliyorum. Sizce bu mutluluk ve motivasyonun sebebi proje mühendisliğinin insanı mutlu etmesi midir yoksa mühendislerimizin yaptığı işi sevmesi, işinde bulduğu anlam mıdır?

Bazı işler gerçekten çok zor koşullarda yapılır. Demir-çelik döküm ocaklarında çalışmanın ne kadar zor olduğu apaçık ortada. Beden gücüyle, karda-kışta ya da aşırı sıcakta çalışmanın ne kadar yıpratıcı olduğu açıktır. Sadece beden gücüyle değil, bir ofis ortamında da çok zor koşullarda çalışanlar var. Bir yöneticinin psikolojik tacizi altında çalışan insanların da ne derece zor durumda ve çalışma ortamında olduğunu biliyoruz.

Ücret, iş ortamının fiziki koşulları, iş arkadaşlarıyla ilişkiler, yöneticilerin tutumu… bunların hepsi bir işten alınan tatmini belirleyen çok önemli konulardır. Ama bunların hiçbiri, bir insanın çalıştığı işte mutlu olmasını sağlamaz. Bütün şartların çok olumlu olduğu durumlarda hiç mutlu olmayan insanlar olduğu gibi, pek çok olumsuzluklara rağmen yaptıkları işte çok mutlu olan insanlar vardır.

İnsanın işteki mutluluğu ya da mutsuzluğu hayatının tamamına yansır. Yaptığı işin insanın mutluluğu ya da mutsuzluğu üzerinde çok etkili olmasının nedeni, sadece zamanının çok büyük bir bölümünü işte geçirmesi değil, insanın yaptığı işin, o insanın kimliğini belirleyen en önemli unsur olmasıdır. İnsan yaptığı işle sadece hayatını kazanmaz, aynı zamanda toplum içinde “kim olduğunu” ifade eder. İnsanların birbirlerine, ilk tanıştıkları zaman, hangi işi yaptıklarını sormaları, bu nedenledir.

İnsanın yaptığı işte doyuma ulaşması, hayatta doyuma ulaşmasıyla çok yakından ilintilidir. Bu nedenle insanın doğru işi bulmak için çaba göstermesi, yaptığı işin kendisine en uygun iş olup olmadığını sorgulaması son derece doğaldır.

Gallup’un “Meta-Analysis” araştırmasına göre, bir işte mutlu olmak için, parasal konuların dışında, insanların kendilerine sordukları sorular şunlardır:

  • Yaptığım işte, gerçekten bir işe yarıyor muyum?
  • Yöneticilerim ve çalışma arkadaşlarım, yaptığım işi takdir ediyor mu?
  • Kendimi bu işe ve bu işyerine ait hissediyor muyum?
  • Bu işte kendimi geliştirebiliyor muyum, yeni bir şeyler öğrenebiliyor muyum, fikirlerimi hayata geçirebiliyor muyum?

Gallup araştırmasının, bir kez daha kanıtladığı gibi, insanlar işe yaradıkları, kendilerini geliştirdikleri, takdir gördükleri işte mutlu olurlar.

Çalışanlarını mutlu etmek ve onların katkılarını almak isteyen şirketlerin, bu konuları önemsemesi ve hepsine olabildiğince yatırım yapması gerekir. Bir insanın yaptığı işte mutlu olması, sadece işverenin kendisine iyi koşullar sunmasıyla sağlanamaz. Bir kurumun çalışanına çok olumlu bir iş ortamı sağlaması bile o insanın işinde mutlu olmasına yetmeyebilir.

Yale üniversitesinden Profesör Amy Wrzesniewski,  işin ne olduğu ya da işverenin ne sağladığından öte, bir işi anlamlı kılanın, insanın yaptığı işe karşı tutumu olduğunu söyler. Wrzesniewski’ye göre, işlerini bir misyon olarak gören insanlar, yaptıkları iş ne olursa olsun, daha yüksek bir doyum yaşarlar.

Wrzesniewski, insanın yaptığı işi bir misyon olarak görmesi için, o işin dünyanın en önemli işi olması gerekmediğini söyler. İnsan ne iş yaparsa yapsın, işin değerini belirleyen, insanın o işe bakış açısıdır.

Herkesin bildiği hikayede, bazı işçiler yaptıkları işi, “duvar örmek” olarak tanımlarken, bazıları “katedral inşa etmek” olarak tanımlar. Aynı işi yapan işçilerden, yaptığı işi duvar örmek olarak görenlerle, katedral inşa etmek olarak görenler arasındaki duygusal doyum elbette çok farklıdır.

İşini sadece bir mecburiyet olarak görüp, bir an evvel sürenin dolmasını bekleyen insanla, ne iş yaparsa yapsın o işe aklını ve duygusu katan; işini bir varoluş nedeni olarak gören insanın iş tatmini dağlar kadar farklıdır.

Bir insanın işini sevmesi, kendini işine vermesi, tatmin ve mutluluğu, işin koşullarından daha çok, o insanın hayata ve sahip olduğu işine bakışından kaynaklanır.

Amy Wrzesniewski ve arkadaşları, bir hastanedeki temizlik işçileriyle yaptıkları araştırmada, bu görüşün doğruluğunu kanıtladılar. Temizlik işçileri arasında, işlerini bir misyon olarak görenlerin, yaptıkları işte çok mutlu olduklarını saptadılar. Bu insanlar, kendilerini, hastaların iyileşmesine önemli katkı yapan birer “şifacı” ve hastanenin birer temsilcisi olarak görüyorlardı. Onlara kıyasla hiç mutlu olmayan diğer temizlik işçileri ise kendilerini sadece temizlik yapan insanlar olarak niteliyorlardı.

Amy Wrzesniewski’ye göre, yaptıkları işi para kazanmanın ötesinde bir misyon olarak gören ve kendilerini işlerine adayan insanların, hangi işi yaparlarsa yapsınlar, hangi pozisyonda çalışırlarsa çalışsınlar, bazı ortak özelikleri vardır. Bu insanlar,

1.İşlerini yaparlarken, kendilerine verilen iş tanımını iyileştirmenin, geliştirmenin yollarını ararlar.

  1. Yaptıkları iş ne olursa olsun o işe pro-aktif şekilde yaklaşırlar. Sadece kendilerinden bekleneni yapmakla kalmazlar, çalıştıkları ortamın ihtiyaçlarını önceden fark ederek davranırlar.
  2. Kendilerinden beklenenin ötesinde bir katkı yapmaktan mutlu olurlar. İşlerini daha iyi yapmak için kendilerine ek sorumluluklar icat ederler.
  3. Yaptıkları işte sorumluluk alırken, organizasyon şemasına göre değil, o işi daha etkili yapma üzerine odaklanırlar. Bunun için bazen doğrudan bağlı olmadıkları insanlarla da iletişime geçip, işlerini en iyi yapmanın yollarını ararlar.
  4. Kendilerini işlerine adarlar ve işlerini bir misyon olarak görürler.

İş ne olursa olsun, insan işini, içinden gelen bir özen ve yaratıcılıkla yaptığında o iş, dünyanın en önemli işi olur; kağıt üzerindeki görev tanımının ötesinde bir değer ve anlama kavuşur. İşlerini böyle gören insanlar, hayatlarına anlam katarlar; mutlu olurlar.

Aslında isteyen herkes, kendi işini çok önemli ve çok anlamlı kılabilir. İnsan işini, bir misyon olarak gördüğü ve başka insanlara faydalı olmak için çalışmaya odaklandığı zaman, işine anlam katar. Anlamlı işler yapan insanlar, yaptıkları işten keyif ve mutluluk duyarlar.

Çalışmak, üretmek ve başkalarına yararlı olmak, insana varoluşsal bir doyum ve mutluluk yaşatır. En mutlu insanlar, yaptıkları işe anlam yükleyen ve işlerini bir misyona dönüştürebilen insanlardır.

“Duygu bulaşıcılığı” kavramı tüm grup/şirket içindeki tabloyu tamamen değiştirebiliyor. Araştırmalar gösteriyor ki; duygular kişiler arasında geçiş yapıyor yani başka bir tabirle duygularımızı birbirimize bulaştırıyoruz. 

Gerçekten araştırmanın en ilgi çekici kısmı bu değil mi? Duygular bir insandan bir diğerine bulaştığına göre; ciddi anlamda bilinçli bir farkındalık içinde olmamız gerekmiyor mu? Çoğu insan mutsuzum derken, mutsuz mutsuz dolaşırken, bizim mutlu olmamız imkânsız gibi görünüyor ve bizim mutluluğumuz bir başkasının mutluluğuna bağlı gibi gözüküyor, tam bir domino etkisi… Henüz mutsuzluk bir salgın hastalık gibi dünyayı sarmamışken…

Gün içinde ara ara kendinize odaklanın. Hangi duygu durumu içindeyseniz farkında olunuz, farkındalığınızı ortaya koyunuz. Sonrasında da ya bulunduğunuz düşünce durumuna ara verip başka bir konuya odaklanınız veya alanınızı değiştirip mutluluğun, pozitif duygu durumunun olduğu alana yer değiştiriniz. 

Konfüçyüsü’ün bir sözü ile yazıma son vermek istiyorum; “mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur” Yaşadığınız ve çalıştığınız sürece mutsuz ve mutlu olduğunuz durumlarınız olacaktır, önemli olan iş ve hayat yolculuğunuzda içinde bulunduğunuz duygu durumunu değiştirecek tek çarenin kendinizin olduğu farkındalığınızı geliştirmek ve bilmektir.

 

Hakan ÖZÇELİK